Ahmet Özer'den mektup: "Bilirsin ki içerdeki direnme dışarıdaki özgürlük içindir"
İstanbul'da "PKK/KCK üyesi olmak" suçlamasıyla görevden uzaklaştırılan Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer, Silivri'de tutuklu bulunduğu Marmara Cezaevi'nden kaleme aldığı mektubunda, "Özgürlüğü elde etmek kolay değildir elbet. Hiçbir çağda da kolay olmamıştır. Uğruna bedel ödenen değerli bir haslettir her zaman insanoğlunun yüreğinde özgürlük hasreti. Ondan vazgeçemezsin. Nasıl ki sağlıktan tasarruf ölümü getiriyorsa, özgürlükten tasarruf da esareti getirir. Ölümden beter esaret ise insan onuruna terstir. Bu tersliği düzeltmek ise dirençle olur. Akılla, sabırla olur. Zira bilirsin ki içerdeki direnme dışarıdaki özgürlük içindir" dedi.
Özer, cezaevinde geçirdiği günleri ve yaşadıklarını şöyle anlattı:
"Geçip Giden
Sadî-i Şîrâzî “her nefeste ömrümden bir nefes daha azalıyor” diyor. Bu zamanın önlenemez akışına dair bir şey. Zaman geçiyor. Saatler işliyor, takvim yaprakları peş peşe, birer birer düşüyor ve zaman bir nehrin durmadan akması gibi geçip gidiyor. Zaman nedir, hele mapusta? İnsana dair iki tür zamandan bahsedilebilir. Biri odur ki dışarıdasın, kalabalıklar arasındasın sürekli hareket halindesin. Sanki zaman durmuş sen onun içinden geçip gidiyorsun. Farkında bile değilsin nasıl geçtiğinin… Diğeri ise, içeridesin yalnızsın, sürekli aynı yerde duruyorsun ve zaman senin içinde akıp gidiyor. Gidebiliyorsa tabi. İşte ben şimdi bu zamanın Silivri’deki hali içindeyim. Buraya Silivri’ye ilk geldiğim günler aklıma geliyor, “birkaç güne işler rayına girer çıkarsın” diyorlardı. Ben de ilk başta öyle sanıyordum. Zaman akıp geçti , denilen “birkaç gün”de bir şey değişmedi. Sonra “birkaç ay alır merak etme, sonunda çıkacaksın ya sen ona bak” dediler. Birkaç gün haftalara, haftalar aylara sardı, aylar gelip geçti, gene hiçbir şey değişmedi. Derken alışıyor insan zamanla her şeye, hem zamana hem mekana.
Yalnızlık düellodur
Korkaklar kalabalıklara sığınır. Yalnızlık ise düellodur. Düello zamanladır. Bir tarafta sen bir tarafta zaman karşı karşıya gelirsiniz demir kapı, kor pencereli daracık hücrende. Zamanla kim kimi yenecek belli olur. Bu noktada dimdik duranlar devam eder, yenilenler ise esir olur, köleleşir. Bunun için zamanla baş etmek gerekir. İçeride zamanla baş etmenin iki yolu vardır. Biri onu bölmek, parçalara ayırarak onunla baş etmektir. Diğeri onunla barışmak, eş olmak, arkadaş olmaktır. Her iki durumda da negatifi pozitife krizi yaratıcılığa dönüştürebilirsin. Çünkü zaman seni yalnızlaştırır; yalnızlık ya çökertir, ya da seni daha yaratıcı hale getirir. Bu tabi zaman alır zaman da zamanla her şeyi alır.
Zaman bir taşı yontar gibi dışarı çıkma ile ilgili yukarıda belirttiğim ilk beklentimi azar azar sildi süpürdü, geçip gitti. Önceleri zamanla ilgili günlere, aylara dair çetele tutuyordum. Günleri ayları saymaktan artık vazgeçtim. Beni ziyarete gelenleri defterime kaydediyordum. Altı-yedi aydan sonra onu da bıraktım. Zamana, zamanla alıştım. Ben zamana zaman bana eş oldu, arkadaş oldu. Oturdum, yazdım. Yazdıkça dindim, dindikçe yazdım. Zira okuma ve yazmanın insanı dindiren şifa verici bir yanı var. Ayrıca okumak ve yazmak yalnızlık gerektiren bir eylemdir. Hapishane bütün olumsuzluklar içinde birdenbire bu olumlu olanağı sunar insana. Gerisi sana ve senin hünerine kalmıştır. Tabi bir de zamanı belirleyen mekan vardır. Mapusta en çetin mekan içine kapatıldığın hücredir. Küçücük bir yerdir hücren. 15 bilemedin 20 metrekare. Öne bakıyorsun, kör pencere, arkada demir kapı, yukarı tavan, bir ses yükselir içinde o an, “dayan yüreğim dayan”. Gel gör ki mekan zamandan yanadır hapishanede, eğer fırsatını bulup genişletmesen kafanda. Mekanın hapiste genişlemesi ise yüreğin yardımıyla zihinde olabilir ancak. Zira seni buraya atanlar bedenini hapsedebilirler ama ruhunu asla… Onun için duvarları aşan sihirlere sığınırsın. Bunların başında okumak ve yazmak gelir. Bu zor günleri gelecekte yaşayacağın güzel günlerin kefaretine sayar, devam edersin, okumaya, yazmaya ve düşünüp üretmeye. İşte işler böyle gidince duvarları aştım, hücremden taştım ve böylece zamanla hücrem bana ben hücreme alıştım, arkadaş oldum. Zira anladım ki bulunduğu yere en hızlı alışan tek varlık insandır. O sebeple, yazdım, çizdim, yarattım. Şu işe bakın ki; artık dışarıya çıkmanın telaşı yoktur ruhumda. Sakinleştim tevekkülcü bir bekleyişe bıraktı yerini, dışarı çıkma işi. Tuhaf. İnsanoğlu kadar bulunduğu ortama kolayca alışan başka bir varlık var mı? Alışkanlık zamanla karaktere, karakter de sanki kaderine dönüşüyor insanın. Kalmıyor önemi günlerin haftaların ayların.
Yaşamak direnmektir
Burada olmanın anlamı zamanla dayanmanın motivasyonuna dönüşüyor. Yanında olan ailen, içeride yatan yol arkadaşların direnme gücünü arttırıyor, dayanıyorsun. “Berxudan jiyane”/Yaşamak direnmektir, diyorsun ve devam ediyorsun.
Sonra özgürlük geliyor aklına. Özgürlüğü elde etmek kolay değildir elbet. Hiçbir çağda da kolay olmamıştır. Uğruna bedel ödenen değerli bir haslettir her zaman insanoğlunun yüreğinde özgürlük hasreti. Ondan vazgeçemezsin. Nasıl ki sağlıktan tasarruf ölümü getiriyorsa, özgürlükten tasarruf da esareti getirir. Ölümden beter esaret ise insan onuruna terstir. Bu tersliği düzeltmek ise dirençle olur. Akılla, sabırla olur. Zira bilirsin ki içerdeki direnme dışarıdaki özgürlük içindir.
İşte bu noktada içeride olmana dışarıdan bakıp anlam yüklüyorsun. Senin burada olman herkes için bir dirence dönüşüyor. Kendini özgürlüğe açılacak kapının bir parçası sayıyorsun. Bu, dayanma gücünü daha da arttırıyor. Dayanma gücü; “Özgürlük, kolayca elde edilecek bir şey değil, bedel ister” diyordu ya, “işte bedel ödüyorum” diyerek, sen de o bedeli ödüyorsun. Böylece yaşamına bir anlam bir değer katıyorsun. Bağlandığın amaç öyle bir değer ki varlığı senin yaşamından daha değerli… Yaşamında yaşamından daha değerli bir amaca bağlananlar ancak yaşama anlam katarlar. Büyük bir amaca bağlanmak yaşamını daha anlamlı daha değerli kılıyor. İşte o zaman geleceğin kör kuyusuna doğru koşmamaya, anlamsız hedeflere kurşun zayi edip gücünü dağıtmaya kalkışmıyorsun. Çünkü kural bu: Hiçbir boşluk boş kalmaz, dolar. Anlamla dolmazsa, güç arayışıyla dolar, onunla dolmazsa mevki, para, haz arayışıyla dolar. Bu ikinci dolmanın “boş” olduğunu anladığında iş işten geçmiştir.
Geçip giderken bu darı dünyadan yaşamından anılası bir ömür çıkarmanın öğrencisi olmaya çalışıyorsun. İşte o zaman bir heyecan sarıyor her yanını. Bu öyle bir haleti ruhiye ki akşamları gündüze, karanlığı aydınlığa çevirir. Ve bu onurun en anlamlı parçasını usul usul nakışlama olduğunu anlar, rahatlarsın. Zira bilirsin ki her şeyi geçip gider geriye hikayesi kalır insanın. Bu hikâyede kaç yiğitlik çentiği var? Kaç iniş çıkış? Kaç ihanet çukuru, eksilerle dolu kaç yanlış? “Eğerler”le “iseler”le mi geçti ömrün yoksa “iyi ki yaptım”larla mı? Nasıl geçti yaşamının ilk baharı? Yazında nasıl kavruldun, sonbaharında hangi dostlar savruldu sağa sola. Hangi sularda serinledin. İyi ki şunları şunları yaptım mı dedin, yoksa keşke şunu da yapsaydım mı diyorsun. “Keşkeler” mi baskın yoksa iyiler ve “iyikiler” mi daha çok yaşamında. Derken sürüp gidiyor hücrende zaman, an be an. An olur iyi ki yaptım diyesin gelir. An olur bir keşke yükselir bağrından bastıramadığın. Demokrasi, özgürlük, adalet mücadelesinin ağır bedelleri oluyor böyle zor zamanlarda. Bu bedel ödeme sırası sana geldiğinde geri duramayacaksın, bir an bile. Çünkü bu mücadelede fark yaratan cesarettir, her zaman.
Sıra sana geldiğinde
Pautus’un hikayesi geliyor aklıma burada. Pautus Roma’da yaşayan soylu bir askeri lider. İmparatorun yanlışlarına ve zulmüne baş kaldırıp, ordusuyla isyan ediyor ama yeniliyor. Roma geleneklerine göre suçlu ilan edilen soylular, bir hançerle birlikte “ölüm odasına” konulur. Pautus da tutuklanıp ölüm odasına konulur. İnfaz gerçekleşmeden eşi, ailesi, dostları ölüm odasının önünde oturup Pautus’un yanına konulan hançerle harakiri yapıp kendisini öldürmesini bekler. Böyle bir ölüm hem kendisinin hem de ailesinin şerefini kurtarması anlamına gelir.
Ancak zaman uzar Pautus’un ayak sesleri bir türlü dinmez. Kendisini öldürmekten korkar. Bir o yana bir bu yana gidip gelir. Herkesi soğuk terler basar. Tam bu esnada Pautus’un karısı dayanamaz, protokolü bozar, yerinden fırlar, içeri dalar, masanın üstündeki hançeri alır, Pautus’un ölüm korkusundan solmuş yüzüne bakıp, hançeri karnına sokup çıkarır, sonra kanlı hançeri Pautus’a uzatarak “Bak Pautus, hiç acımadı” der. Güzel bir gelecek, özgür yarınlar için bedelsiz özgürlük olur mu hiç? Bu bedelleri ödemekten geri durmayanların sayesinde değil mi yarınlara dair umutlarımızı diri tutan… İnsanların bugünden yarınlara umutlarının daha diri kalması için sıra sana geldiğinde geri durmayacaksın, “buradayım” deyip öne çıkacaksın. Zaman geçiyor, bazı şeyler zaman alıyor, zaman da her şeyi. Oturmuş daracık hücremde düşünüyorum. Bu düşünceler keskin bir yel gibi içimde dolaşıyor. Beynimden kalbime mekik dokuyor akılla terbiye edildiğini sandığım duygularım. Bir de bakıyorum firarda bu akşam düşüncelerin, duygularım sel olmuş akıyor peşinden. İçerde olabilir bedenim ama dışarıda çarpışmakta fikirlerim. Çünkü bedenimi hapsedebilirler ama ruhumu asla! Bu da geçer yahu deyip yürümeye devam ediyorum."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.